24 Ağustos 2014 Pazar

Fısıltı - Hush Hush Serisi 1. Kitap (Becca Fitzpatrick)


İlk kez bir e-kitabı baştan sona dek okumayı başardımmm..!
Kitapları internetten okumamak konusunda anlamsız bir inadım vardı. Kitap okumanın tadını vermediğini düşünüyordum. Aslında hala da öyle... Bir kere okuduğumu hissedebilmem için o sayfaların kokusunu almam gerek benim. 
Fısıltı adlı kitabı neredeyse çıktığından beri kitapçılarda görüyor fakat kapağı itici geldiği için incelemeye bile gerek duymadan yanından geçip gidiyordum. İki gün önce arkadaşım tavsiye edince internetten araştırmaya karar verdim ve e-kitabını buldum. Nasılmış diye birkaç sayfa okuyayım derken aniden kitabın sonunda buldum kendimi. Ayılıp bayılmasam da akıcı olduğunu ve kitabın kendini okutturduğunu kabul etmeliyim.

En başta pek bi klişe ilerliyordu bana kalırsa...
Kendine özgü güzelliği olsa da pek gösterişli olmayan, sıradan, her şeyden habersiz bir kız.
Lise ikinci sınıf, biyoloji dersi.
Ansızın ortaya çıkan ve insanda güven hissi oluşturmayan, gizemli bir biyoloji partneri.
Buraya kadar bir ara popülaritesi tavan yapmış Alacakaranlık serisiyle hemen hemen aynı gidiyor.
Fakat gizemli oğlan bir vampir değil,
Düşmüş bir melek.
Kızı yemek gibi bir düşüncesi de yok,
Sadece öldürmek istiyor.
Her zamanki gibi hazırlıksız yakalayan aşk, bu öldürme arzusuyla yarışmaya başlıyor.
Aşk baskın bir duygu olsa da öldürme arzusu da hafife alınır gibi değil.
Çünkü düşmüş meleğin tek ve en büyük hayali bir insan olabilmek. Hayalinin gerçekleşmesi için kızı öldürmesi gerekiyor.
Buradan da çıkarabileceğimiz üzere, baş karakter Nora, alacakaranlık serisindeki Bella'dan farklı olarak yapay bir gerilim oluşturan olaylardan çok daha fazlasını yaşıyor.
Düşünüyorum da Nora'nın yaşadıklarını ben yaşasam akıl sağlığımı korumam pek mümkün olmazdı hatta bana kalırsa çoğu genç kız için aynısı geçerli. Zaten Nora da devamlı gittiği psikologlarla ayakta kalıyor.

Buraya kadar kitabın karanlık yönünden bahsetsem de aslında çok güldüğüm eğlendiğim kısımlar da vardı. Özellikle düşmüş melek Patch ve Nora'nın arasındaki diyaloglar güzel hazırlanmıştı. Patch'in rahat ve havalı tavrı gerçekten hoşuma gitti.
Gerçekten yaydığı kötücül hisse rağmen reddedilmesi imkansız biri, Nora'ya hak veriyorum :) Tuttum seni Patch :)

Nora'nın en yakın arkadaşı Vee de kitaba hoş bir renk katmış.

Kitapta ortaya çıktığından beri, bütün olayların başının altından çıktığını zannettiğim Elliot'dan özür mahiyetinde, ondan da bir kuple ekliyorum :) 
'Yemin ederim, henüz tuvalete tek başına gidebilen bir kız tanımadım' :)

Not:İkinci kitabı da buldum e-kitap olarak, çok mutluyum :)


İyi okumalar dilerim, 
Pilozof.



19 Ağustos 2014 Salı

Zümrüt Yeşil - Aşk Tüm Zamanların İçinden Geçer




"Aşk Tüm Zamanların İçinden Geçer" serisinin ilk kitabı Yakut Kırmızı'dan burada ve ikinci kitabı Safir Mavi'den de burada söz etmiştim. Üçüncü ve son kitabı da okumamla birlikte yazarın altın vuruşunu bu kitaba sakladığından şüphem kalmadı :) Gerçekten a'dan z'ye her şeyi açıklığa kavuşturarak, kafamızda soru işareti bırakmadı ve bunu yaparken hem eğlendirip hem hüzünlendirmeyi başardı. Hüzünlenmek diyorum çünkü hevesle okuduğum bir seri daha zaman tünelinde gerilerde kaldı. :(

[Yine giydirdim, süsledim püsledim... :) ]

Tünel demişken, kitabı okurken bu zaman yolculuğu olaylarını kafamda oturtmaya ve aynı zamanda yeni bilgileri sindirmeye çalışmak, kitabın sevdiğim karakterlerinden Paul'un tarif ettiği duyguyu yaşamama neden oldu :) Cümleyi okur okumaz anladım ki kafasında tünel açılan tek kişi ben değilmişim neyse ki... 

Adettendir, son kitabın konusundan biraz bahsedeyim önce. Henüz okumayanlar ve spoiler yemek istemeyenler burayı es geçebilirler. İkinci kitabın sonunda Gwen, Gideon'ın aşkının bir oyundan ibaret olduğunu öğrenmişti. 'Aşık bir kızı kontrol etmek kolaydır' mesajını, kontun iğneleyici sözlerinin arasından net olarak almış bulunan Gwen, Gideon'a bunu doğrulatınca resmen yıkılmıştı. Dolayısıyla üçüncü kitap aşk acısıyla başlıyor. Gwen'in bu acıyı dindirmek için en iyi arkadaşı Leslie'yle saatlerce konuşmak dışında yapabileceği hiçbir şey yok...Çünkü seri boyunca ideal arkadaş çizgisinden bir an bile ayrılmayan Leslie dışında onu kimse teselli edemiyor. Bu kız tesellinin kitabını yazabilir...'Aşk böbreklerden geçer, mideye vurur, kalbi kırar, göğsü sıkıştırır ve aklı bozar...Kısacası çoklu organ yetmezliği...' Bu kısma bayıldım :)

Kızımız, her şeye rağmen Gideon'ı affetmeye hazır. Tamam, her şey başta bir oyundan ibaret olabilir fakat zamanla gerçekten de kendisine aşık olmuş olabilir. Sonuçta romantik filmlerde de hep öyle olmaz mı? Fakat Gideon bir sonraki karşılaşmalarında Gwen'e "Dost kalalım" dediğinde bu hipotez de çürür gider ve Gwen çökmeye devam eder.

Gideon'ın, Gwen'i deli gibi sevmesine rağmen "dost kalalım" demesinin altında oldukça asil bir neden yatıyordur. Bu nedeni, Gwen gibi sonradan öğreniyoruz ve "Ahh, kıyamam yaa, canııım, seviyormuş baak.." gibi cümleler sarf ederek hep birlikte yelkenleri suya indiriyoruz. 

Bu arada kaçırılan kronograf gizemi devam ediyor ve Paul'un geçmişte verdiği belgelerden kontun iyi bir adam olmadığını nihayet anlayan Gideon artık locanın kurallarına uymayı bırakarak Gwen ile birlikte kaçırılan kronografla geçmişe yolculuk yapmaya başlıyor. Kaçırılan kronografın bu ikilinin eline nasıl geçtiğini merak ediyorsanız kitabı okumanız gerekecek çünkü uzun hikaye.. :) 
Şimdi yaşadığım şoklara geçiyorum. İlki karganın büyüsünü öğrenmemle gerçekleşti. İlk iki kitap boyunca, büyüyü duyduğum ilk zamandan beri "Amaan, bariz değil mi, hayaletleri görüyor işte, odur başka ne olacak.." diyerek geçiştirdiğim büyü meğer bambaşkaymış...
İkinci olarak kont meselesi geliyor."Mantık hataları var, kont olacakları geçmişin tozlu sayfalarında oturup nasıl bilebilir, nasıl bunlara göre plan yapabilir?" diyordum, meğer işin iç yüzü bambaşkaymış. Kontun aslında kim olduğunu öğrendiğinizde eminim siz de çok şaşıracaksınız.

Kısacası yazar öyle bir kurgu oluşturmuş ki, hayran olmamak elde değil...

Son olarak, kitabın bölüm başı anekdotlarından Shakespeare'ın sözüyle yazımı bitiriyorum. Zira serinin son kitabı aşk ve zamanla ilgili olduğu kadar ölümle de ilgiliydi.


Hepinize iyi okumalar dilerim. 


Sevgilerle, Pilozof.


12 Ağustos 2014 Salı

Safir Mavi - Aşk tüm zamanların içinden geçer...


"Aşk Tüm Zamanların İçinden Geçer" serisinin ilk kitabından burada bahsetmiştim. Nihayet ikinci kitap Safir Mavi'yi (orjinal adıyla Saphirblau) de bitirdim. Serinin bu kitabının da beklentilerimi karşıladığını belirtmek isterim, akıcı anlatımıyla bir günde severek okudum.

[Kitabımın pozu :) ]

Geçmişe yaptığı yolculuklara bile alışmakta zorlanan Gwendolyn, bu kez tüyler ürpertici kontun isteğiyle, 18. yılda bir baloya katılmak zorunda kalıyor. Aslında adı akşam toplantısı fakat bir toplantıdan çok balo şeklinde işliyor. Kontun beklentilerini karşılayabilmesi için; dans edişi, gülümseyişi, duruşu hatta yelpaze açışı bile bu yüzyıla uygun olmalı. Tüm bunları başarabilmesi için, gittikçe can sıkıcı hale gelmeye başlayan kuzeni Charlotte'dan yardım alması da işleri pek kolaylaştırmıyor. 

Tüm bunların yanında, elapse olduğu bodrum katında herkesten gizli, büyükbabasının gençliğiyle geçmişte buluşup, Lucy ve Paul'un kronografı neden çaldığını çözmeye çalışıyor.

(Almanların uyarladığı filmden bir kronograf fotoğrafı)

İlk kitabın sonunda Gideon ile yakınlaşması bu kitapta da kaldığı yerden devam ediyor. Fakat ilişkileri inişli çıkışlı bir hal alıyor. İkisinin de birbirine karşı güvenlerini sınayacak olaylar meydana geliyor ve kitabın sonunda ortaya çıkan bir gerçek, bu ilişkiyi kopma noktasına getiriyor. 

Safir Mavi, ikinci kitap olduğundan, ilk kitapta aklımıza takılan sorulan en azından bir kısmının cevaplanacağını ummuştum ne var ki ortalık daha da karıştı. Yazarımız Kerstin, geriye kalan tek kitapla, etrafı toparlamakta başarılı olabilir umarım.

Son not olarak, yazarın ilk kitapta olduğu gibi ikinci kitapta da yazmayı sürdürdüğü bölüm başı anekdotlarından hoşuma giden iki tanesini ekliyorum.



Kitabı okumayı bırakıp, bu söz üzerine uzun bir süre düşündüm. İlk okuduğumda Hawking, zaman yolculuğuna imkan vermiyor gibi algılasam da dikkatle baktığımda zaman yolculuğunun mümkünlüğünü savunduğunu fark ettim.Zaten sırf bu konu üzerine oldukça uzun bir makalesi var,  merak edenler buradan okuyabilir.


Bu söz de seriye cuk oturmuş :)

3. kitap Zümrüt Yeşil'in tanıtımında görüşmek dileğiyle...

Sevgiler,

Pilozof


4 Ağustos 2014 Pazartesi

Yeni Dünya - Bir Eve Romanı (Anna Carey)

EVE ROMANI
Eve üçlemesinin ilk kitabını çok beğenerek okudum ancak google amca'ya baktığımda eve serisiyle ilgili yazılmış yazıların çok az olduğunu görmek beni şaşırttı doğrusu. Kitap henüz yeni olduğundan olsa gerek...

Distopya türündeki serinin ilk kitabı, dünya nüfusunun büyük çoğunluğunu silen salgından 16 yıl sonrasında Eve isimli bir kızın aşk ve yaşam mücadelesini anlatıyor diyebiliriz. Eve'nin annesinden kalan mektup o salgını şöyle tarif ediyor;


Annesinin ölümünden sonra her yetim gibi karantina altındaki bir kızlar okuluna yerleştirilen Eve, mezuniyet gecesinde korkunç bir gerçekle karşı karşıya kalıyor. Öğretmenleri tarafından yeni kralın kurduğu şehirde güzel bir yaşam vaat edilse de bir şekilde, mezunların yataklara bağlanarak devamlı doğurmaya mecbur bırakıldıklarını öğreniyor. Arkadaşları ve kendisi aslında sadece yeni kurulan düzenin nüfusunu oluşturmak üzere kullanılan "damızlık"lardır. Bu korkunç kaderden kaçmak isteyen Eve, daha önce okulun dışına hiç çıkmadığı halde kendini asiler, vahşiler ve en kötüsü kralın zalim askerleriyle dolu dış dünyada bulur. İstemeden de olsa asilerden birine aşık olacak ve onunla yer altındaki kamplarda acı ve umut dolu günler geçirecektir.

Bu vahşi dünyada, okulda öğretilenlerin hepsinin yalan olduğunu öğrendikçe hayal kırıklığına uğrayacak,

Duygusuzluğa sürüklenen insanlarla tanışacak,

Yeri geldiğinde bu insanlara sevginin ne demek olduğunu anlatacak,

Hayatla ilgili müthiş tespitlerde bulunacak,


Ve ne yazık ki ilk kitabın sonunda yaşamı ve aşkı arasında tercih yapmak zorunda kalacaktır.


Serinin diğer iki kitabı "once" ve "rise" henüz çevrilmedi. Çevrilmelerini dört gözle bekliyorum.Akıcı anlatımıyla bir çırpıda bitirdiğim ve çok sevdiğim bu kitabı umarım siz de okur ve seversiniz.

Sevgilerle,
Pilozof


1 Ağustos 2014 Cuma

Bitmeyen Harry Potter Manyaklığım...

İlk kez potter'la tanıştığımda ortaokuldaydım. Sınıfın minicik kitaplığına arkadaşım ilk üç kitabı bağışlamıştı. O zamanlar benim için yalnızca bir çocuk filmiydi harry potter. Filmlerini izlediğim halde kim-olduğunu-bilirsin-sen'in amacını hala anlayamadığım sadece sihirli olduğu için kendine çeken bir çocuk filmi. Aslında ilk üç kitap bitene kadar hala öyleydi. Sonrasında içinde kaybolup saklandığım ve orada yaşadığım bir dünya oldu. Öyle ki son kitap elime geçtiğinde artık kaçıp saklanacağım bir yer olmayacak diye düşünüp ufak çaplı depresyona girdim :) Seri bitti ve ben gerçek dünyaya geri döndüm. 


Lise vakti gelip çattığında Harry'ye özendiğimden yatılı kalmak istedim :) Ve büyük çoğunlukla da fen lisesi hayaliyle(Nedir bu fen lisesi merakı? Tamam ben de onlardan biriydim ama şimdi dönüp baktığımda fen lisesinin kahrını çekeceğime daha normal bir lisede gençliğimi yaşasaydım diyorum :) ) uzak bir liseye yerleştim. Ranza üstünde kalıyordum ve son yıllarda uyku sorunuyla boğuşmaya başlayınca evden Potter'larımı getirip başucuma koydum. Bir on sayfa okuyordum ve sakinleşiyordum...Sonraları birkaç tur daha bitirdim bu seriyi. Annemin "Kaçıncı turdasın?" sorularına, hiç saymadığımdan cevap veremiyor ve gülüyordum sadece.:)

Neden bu kadar seviyorum sorusuna hala bir cevap bulamıyorum aslında. Harry başı beladan eksik olmayan bir çocuktu sadece. Ama yaşadığı olayları pek de dert etmiyor, düz mantıkla işin içinden çıkmaya çalışıyordu. Dersleri son derece berbattı ve ödevlerini son güne kadar yapmayan sorumsuz biriydi. Çoğunlukla anı yaşıyordu ve bu benim asla başaramadığım bir şeydi.
Son kitaba kadar kaybetmediği çok az insan kaldığı halde - bu benim kendi hayatımda en çok korktuğum şeydi - ümitsizliğe kapılmadan mücadele ediyordu. 
Galiba bilinçaltımda o benim olmak istediğim kişiydi.



Aslında konu Harry Potter'ı neden sevdiğim veya neden bu kitaplara taktığım değil... Kaçıp saklanabildiğimiz yerlerin ne kadar değerli olduğu. Eninde sonunda gerçek dünyaya döneceğiz, sonsuza kadar kaçmak mümkün olmadığı gibi doğru da değil. Ama kaçıp saklandığımız yerler bize sakinleşip, doğru kararlar verebilmek için zaman tanıyabilir...Hatta belki yol da gösterebilir. 

Harry potter'ı okumadığı halde çocuk kitabı diyenlere çok kızarım genelde. Ne var ki o bir çocuğun içinde yaşayarak huzur bulduğu kitaptı. Hala büyüyemediğimden hala kaçmak isteyebileceğim bir kitap...

Peki sizin kaçmayı sevdiğiniz yerler var mı?
Bir film olabilir, bir kitap, bir dizi hatta belki hayaller.


Pilozof