Uyandıktan tam yarım saat sonra, yeniden uykuya dalamayacağını kabullenerek gözlerini araladı, battaniyeyi üzerinden çekmeden doğruldu, gözlerini kırpıştırarak yatağın yanındaki pencereden dışarı bakmaya başladı. Şaşırarak, iyiden iyiye şiddetlenen rüzgarın, kapının yanındaki yaşlı erik ağacını savuruşunu izledi. Pencereleri naylonla örttükleri eski küçük evlerinde olsaydı, dışarıdaki rüzgarın kulağına dolduracağı uğultuyu hayal ederken buldu kendini. O zamanlar sorsanız, onu en çok huzursuz eden sesin bu uğultu olduğunu söylerdi fakat şimdi o uğultuyu hayal ederken gevşeyip, rahatladığını hissetmesine anlam veremiyordu.
"Uyandın mı?" dedi kendisininkine çok benzeyen fakat daha yaşlı birinden çıkan tanıdık bir ses. Mutfaktan geliyor ve yemek yapan birine özgü takırtılara karışıyordu.
Soruya yanıt verme gereksinimi duymadan:
"Geri dönmek ister miydin?" dedi.
Mutfaktan gelen takırtılar dindi. Mutfaktaki her kimse, büyük ihtimalle soruyu soran kişinin ne sorduğunu bildiği halde:
"Nereye?" diye sordu.
"Eski evimize. Şimdi orada olsak, rüzgar çatıdan kiremitleri uçuracak diye endişelenirdik." İçinden gülmek gelmemesine rağmen güldü.
"Orada olsak, şu an soğuktan donuyor olurduk." Mutfaktaki pek komik bulmamış görünüyordu söylenenleri, az öncekine göre sesi sert ama titrekti.
"Ama mutlu olurduk değil mi?"
"..."
"Söylesene, mutlu olmaz mıydık?"
"..."
"Ve huzurlu...Huzur satın alınabilecek olsaydı, bu dünyadaki en pahalı şey olurdu eminim."
"Sırf bu yüzden savaşlar çıkardı ve daha çok huzur bulmak için elimizdeki huzurdan da olurduk."
"Her zaman kötümsersin. Bu beni öyle üzüyor ki."
"Yalnızca senden daha gerçekçiyim."
Mutfaktan gelen yemek kokusunun ne olduğunu çıkarmaya çalışırken, kafası dağıldı. Üzerindeki battaniyeyi attı, terliklerini giydi, askıdan ceketini alıp dışarı attı kendini.
Son zamanlarda o kadar zayıflamıştı ki rüzgar arkasından esince, yersiz bir korkuyla uçacağını zannetti. Rüzgarın yan yatırdığı erik ağacının bir dalı güçsüzce yere sarkıyordu. Ağaçtan gözlerini kaçırıp dış kapıdan çıktı, daha fazla yürüyemeyeceğini hissettiğinde durdu.
Arkasından esen rüzgar iyiden iyiye şiddetlenmişti. Belki de zamanı geldi artık diye düşündü. Cebinden eski püskü cep saatini çıkardı ve uzun zamandır beklediği gibi yelkovanın rüzgarla birlikte ileri geri sallandığını gördü. Cep saatini sakince cebine yerleştirdi, derin bir nefes alıp kollarını iki yana açtı. Rüzgar son bir kez daha uçuracakmış gibi esip durdu. Gözlerini açtığında şafak sökmek üzereydi. Cep saatini tekrar çıkardı, sabaha karşı altıyı gösteriyordu.
Kendinden emin adımlarla sağa dönüp, pencereleri naylonla örtülü eve doğru yürümeye başladı.
Arkasında bıraktığı erik ağacı, gencecik ve sapasağlam yerinde duruyordu.
ZY
BeNde bir miminiz var ;))sevgilerimle
YanıtlaSilEn yakın zamanda yazacağım çok teşekkürler :)
SilMutluluk için çok büyük şeyler gerekmemesi ironi mi acaba..
YanıtlaSilİroni ya da belki gerçek bilmiyorum ki...
SilMerhaba,
YanıtlaSilBlogunuzu takibe aldım bana da beklerim. Sevgilerle....
www.neclasolen.com
merhaba hoşgeldiniz ben de takibe aldım.
SilNe kadar sakin bir yazı... Ne kadar ihtiyacım olan bir sükunet verdi bana kısa süreliğine de olsa... Sonra yine ağaçlara, kadınlara, çocuklara ve kar topu oynayan insanlara nefes almayı bile çok gördükleri gerçeği... Kalemine sağlık.
YanıtlaSilgariptir ben de biraz sükunete ihtiyacım olduğu için yazmıştım. hayatın gerçeklerinde biraz olsun huzur olsa keşke :(
Silyorum yazan ellerine sağlık...
Mutluluk, hic duymayan birine sarkilar soylemek gibi birsey sanirim...
YanıtlaSilne kadar güzel bir tarif... :X
SilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil