6 Nisan 2015 Pazartesi

Cennetten sürgün


Ona göre, cennetten sürgün edilişimiz, bize benlik duygusunun verilişiyle başladı... Yani ben olma duygusuna sahip olmayan her şey; hayvanlar, bitkiler, mantarlar, parazitler...bizim dışımızda olan ne varsa, hala bir cennette yaşıyor. Hiç kimsenin sıkılmadığı, dertlenmediği, üzülmediği, tasasızca yiyip içtiği dünya denilen cennette. Fakat bize "kendimiz" armağan edildiğinde, karşılığında cennetimizden kovulduk ve hala aynı yerde yaşıyor olmamıza rağmen, sıkıntının ve kederin olduğu bir dünyaya düştük...

"Evet kulağa mantıklı geliyor..." dedim. Mantıklı sayılırdı da. Ama içten içe, eğer bize benlik verilmese ve bu cennetin cennet olduğunun farkındalığına sahip olmasak, sıkılmadan dertlenmeden cennetin bir parçası olarak yaşamaya devam etmenin ne anlamı kalırdı? diye düşünüyordum.
Bunu dillendirmedim; çünkü birinin oturduğu temelleri sarsmaya teşebbüs ettiğimde dahi, o temellerin altında mahsur kalacağımı biliyorum artık.

Cennetin bu dünyaya ait olduğuna inanasım gelmiyor...Dünya cennet olamayacak kadar kötü bir yer olduğundan değil sadece. Yasak elma ne anlama geliyor olursa olsun, o elma eninde sonunda yenecekti muhtemelen...Çünkü geri dönebilmek için kovulmak zorundaydık. Eğer geri dönebileceğimiz bir yer yoksa, ya da kovulduğumuz yer zaten geri döneceğimiz yerse, yaşamanın anlamı ne?

4 Nisan 2015 Cumartesi

Unutamadığım blog yorumları


Bence blogger olmanın en iyi yanı, kendince bir şeyler karalamanın ötesinde, hiç tanımadığın ya da görmediğin insanların zihinleriyle bağlantıya geçebilmek, kısa bir süre için olsa bile aynı frekansı paylaşabilmek... Bazense farklı düşünceleri çarpıştırabilmek...Bir nevi telepati değil mi? 

Bazen blog'daki yazılara o kadar güzel yorumlar geliyor ki, yazının kendisinden daha değerli görünüyor gözüme. Bu yorumların, eskiyen yazıların içinde kaybolup gitmesine içim acıyor.
Bu yüzden de arada sırada, çok beğendiğim yorumları paylaşmaya karar verdim :) Eğer paylaştığım yorumların sahipleri, bu durumdan rahatsız olurlarsa, belirttikleri takdirde hemen kaldırabilirim. Ayrıca isimlerin üzerine tıkladığınızda, yorumu yazan kişinin bloğuna da ulaşabilirsiniz :)


***



"İnsan sevdin mi olmuyor arkadaş, eninde sonunda cehennemin oluyor o. Vuran ayakkabıyı bile sevebilirsin, çünkü yapacağı şey yapmayacağı şey bellidir, ayağını acıtır ve hepsi bu kadar. Hiçbir vuran ayakkabı arkandan iş çevirmez mesela, sana iftira atmaz, senden borç alıp arkasından koşturmaz.

Ayağımdaki hafif bir şekil bozukluğu yüzünden benim vurmayan bir ayakkabı bulmam imkansız ama bugüne kadar hiçbir ayakkabım bana "iktidar yalakası" demedi,hatta yaktığım kömür, yediğim makarna bile. Kör topal bilgisayarım ben ne yaparsam yapayım "alacağın olsun be sahip" diye içlenmedi, şekerli çayım her seferinde "patron kendini şişmanlatıyorsun ama ağzını tatlandırabildiysem ne mutlu bana" diye bir de tevazu gösteriyor..."  (Syrano)



"Unutmayı öğrenmek için çok uğraşanlardanım ben de. Hala tam anlamıyla öğrenmiş sayılmıyorum. İstemesem de en küçük detayına kadar hatırladığım birçok şey var. Yani, mucize hatırlamak değil unutmaktır belki de... Senin sahip olduğundur. Ya da diyelim ki güzel anıları yoğun olanlar için mucize hatırlamak, kötü anıları yoğun olanlar içinse mucize unutmaktır. Bahsettiğin gibi birini kaybetmiş olduğun için ileride çok üzüleceksin. Bunu seni üzmek için söylemiyorum; ama gerçekten tam anlamıyla zaman geçip daha çok şey yaşadığında ve daha çok olgunlaştığında kıymetini daha çok anlayacak ve daha çok şiddetle arayacaksın. Keşke kaybetmeseydin ya da keşke kaybetmesen. Gönlünü alsan. Özür dilesen. Ben kaybetmedim. Bu yüzden de her gün, eğer kaybetseydim ne kadar çok ne kadar önemli şeyler kaybedecek olduğumu görüyorum. Eğer tekrar doğsaydık... Tekrar doğmayacağız ki ama. En azından kendi seçimlerimizi, kendi hayatımızı sürdürmek için tekrar doğmayacağız. Tek şansımız bu." (Fidan)



"Büyüdükçe hayal kurma yeteneğimizi kaybediyoruz. Çocukken bazı konuları nasıl ele aldığımı ve ne şekilde düşündüğümü hatırlıyorum. Ne yazık ki artık, o şekilde düşünme ve yorumlama yetimi kaybettim. Pek çok yetişkin gibi... Gene de o zaman zihnimin çarklarının ne şekilde döndüğünü hatırlamak, bugün bile bana büyük keyif veriyor ve motive ediyor." 
(Tutumlu Pudriyer)





"...Onlar hayatından çıkması gerektiği için çıkıyorlar bunu unutma hayat bir döngüdür kimisi gelir kimisi gider mühim olan yerine koyulanların gidenlerden daha çok ya da en az onlar kadar sevmesidir ,anlamasıdır seni....." 
(Hayatım Kitap)

Ben büyümüyorum sanırım


Dün ilk kez bir çocukluk arkadaşımdan düğün davetiyesi aldım...Daha önce de çocukluk arkadaşlarımdan evlenenler olsa da aradaki iletişim koptuğundan, sosyal medyada resimleri görünce haberim oluyordu ancak. Ama böylesi ilk oldu. Her neyse...Garip bir his. Bahsettiğim arkadaşı kendimi bildim bileli tanırım ve evlenip başka bir yere taşınacağını söylediğinde, onun adına sevinsem de kendi adıma üzüldüğümü hissettim. Bunu ben mi uyduruyorum bilmiyorum ama tanıdığım biri evlenip gittiğinde ve bir gün geri döndüğünde, hiçbir şeyin aynı kalmadığını görüyorum. Birkaç yıl öncesine kadar, deli gibi saçmalayıp güldüğüm insan, olgunlaşmış ve hayatı daha ciddiye alan bir insana dönüşüyor. Hayatın bir parçası diyeceksiniz biliyorum ama değişim kelimesinin kendisinden bile nefret eden benim gibi biri için, hayal kırıklığı oluyor kimi zaman bu.


Çünkü ben hala bakkaldan lolipop falan alıyorum...Sık sık çocuk ağzıyla konuşuyorum. Bazen - bazen değil sık sık - sakarlıklar yapıp rezil oluyorum. Canım ağlamak isterse gülüyorum, gülmek isterse daha çok gülüyorum. 

Aynı yolda yürümeye başladığım insanlar yolun sonunda kaybolurken, bir ağacın gölgesinde uyuyakalmak gibi bir şey benimkisi. 

3 Nisan 2015 Cuma

Malefiz filmi: uyuyan güzel'in gerçek hikayesi



"Gerçek aşk öpücüğü diye bir şey yoktur" ve bunu en iyi Malefiz bilir…

Masalları oldum olası sevmişimdir ama en bilindik masallardan okumadığım tek bir masal var: uyuyan güzel. Neden okumadım bilmiyorum, çocukken bana kitabını alan olmadı herhalde. Ben de çok merak etmedim demek ki. Ama hikayesini tabii ki biliyordum. Malefiz adında kötü bir büyücü, kralın yeni doğan kızına, on altı yaşına bastığında ancak gerçek aşkı tarafından öpülürse kurtulabileceği sonsuz uykuya neden olacak bir büyü yapar.

Jolie'nin başrolünde oynadığı Malefiz adındaki disney filmi ise, bu güzel masala bambaşka bir soluk getiriyor:

masallardaki kötüler neden kötü olmayı seçmiştir?
Prenslerin öpücüğü nereye kadar işe yarar :)
masallar ne kadar gerçektir?

Bu sorulara, hem çocukların hem de büyüklerin izleyip sevebileceği kadar güzel ve anlamlı cevaplar buluyor.

Açıkçası filme beklentiye girmeden, öylesine başladım. Sanıyorum bu şekilde izlenirse, ailecek izleyebileceğiniz güzel fantastik bir film olabilir. Filmin konusuna gelecek olursam:


Malefiz, sihirli ormanı koruyan güçlü kanatlara sahip güzel bir melektir. Bir gün ormanda hırsızlık yaparken yakalanan kendi yaşlarında bir oğlan, Malefiz'in de kalbini çalar. Gel zaman git zaman, aralarındaki ilişki, Malefiz'in aşk sandığı bir ilişkiye dönüşür. Ancak ikisi de büyüdüğünde, Malefiz'in aşık olduğu adam insanlara özgü hırs ve şehvete kapılarak kral olabilmek için akıl almaz şeyler yapar. 
Ömür boyu unutamayacağı kadar büyük bir yara almış Malefiz, intikam peşine düşerek, kralın yeni doğan kızını büyüler.


Ancak zamanla kendini, büyülediği kız çocuğunu koruyup kollamaya başlarken bulduğunda, kötü olmanın sandığı kadar kolay olmadığını anlayacak ve kendi yaptığı büyünün onu mutsuz ettiğini fark edecektir.
Daha da önemlisi,

Bu dünyada büyüyü bozabilecek gerçek aşk diye bir şey var mıdır gerçekten?


(görseller alıntıdır)