27 Aralık 2014 Cumartesi

Ağırlaşan sol elim ve unutunca geçenler


Sol elim, sağ elime göre daha ağır basıyordu. Bunun beynimdeki yanlış bir algıdan kaynaklandığının farkındaydım ama hangi algımızın doğruluğuna emin olabiliriz ki? Her neyse, doğru veya yanlış, sol elim, sağ elimden ağırdı. Az önce, en fazla sekiz yaşında gösteren dilenci çocuğun saçını okşamıştım sol elimle. Normalde gözlerimi kaçırıp yoluma devam ederim ama her ne olduysa "allah razı olsun" demeye başladığında başımı kaldırdım. Başka hiçbir şey söylemiyordu çocuk. Nefesinin yettiği kadar, ardı ardına bu cümleyi tekrarlıyordu. 
"Okuyor musun sen?" dedim.
"Suri." dedi.

Kafam gayriihtiyari, metroda gördüğüm Suriyeli aileye gitti. Çocuklarını önlerine oturtmuş anne baba, eski bir kilimin üstünde, yardım istiyorlardı. Daha önce başka bir şehirde, bir yakınıma karşı, suriyeli göçmenlerin uygunsuz davranışlarını gördüğüm için, onlardan birini gördüğümde başımı çevirip yürümeye devam ediyordum ama önde oturan dört beş yaşlarındaki iki kardeşin bakışlarındaki donukluk garip bir sızı verdi o gün. Yine de duraksamadım, en fazla on dakikaya kadar geçecek bu sızıyı da yanıma alıp çevirdim başımı. Önümde yürüyen kadın, kendi insanı açken onlara yardım edemeyeceğinden bahsediyordu yanındakine sert bir sesle. Haklıydı belki ama bu kadar düşmanca konuşmasına içerledim nedense. Akıp giden kalabalığa karşı kıpırdamadan duran o iki çocuktan biri olarak dünyaya gelebilme ihtimalimi düşünmek canımı sıktı. Başrollerinde o iki suriyeli çocuğun olduğu bir film sahnesinin içinde olsaydım eğer, bu filmi izleyenler hakkımda ne düşünürdü? O iki çocuğun bakışına karşı duyarsızlaşmıştım ben. İşin, "bizim insanımız" yahut "onların insanları"; "bizim dilimiz" yahut "onların dili"; "bizim ülkemiz" yahut "onların ülkesi" kısmına giremem, çünkü girecek kadar yeterli hissetmiyorum kendimi. Yardım edene de etmeyene de saygı duyarım. Kaldı ki hepsine yardım eli uzatmamız da mümkün değil. Ama metrodan çıktığımda bir çocuk, o denli donuk bakmamalı diye düşünüyordum. On dakika sonra geçip gitti bu düşünce ve o gün, o an nolduysa unuttum.

Dilenci çocuk bana "suri" diyene kadar da aklıma gelmedi. Yanımda fazla param yoktu, bozukluklardan çıkarıp verdim. Kafasını kaldırıp, yüzüme bakmadı. Kendi ülkesinde nasıl bir vaziyetteydi bilmiyorum ama diline, insanına yabancı olduğun bir ülkede bu yaşta dilenmek zorunda kalmak zor olsa gerekti.
Mahzun duruşu yine garip bir sızı verdi bana. Başını okşadım sol elimle ve yanından uzaklaştım.
Sol elim ağırlaşmıştı basbayağı. Çaresizliğini mi yüklemişti sol elime, çocukluğunun yarıda kesilişini mi yoksa büyüklere olan öfkesini mi? 
Eve gelip ellerimi yıkadım birkaç kere, geçmedi. 
Unuttum, geçti sonra.

12 yorum:

  1. ne kadar harika bi yazı... çok beğendim ve çok duygulandım Pilozof.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. beğendiğinize çok sevindim, değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim.

      Sil
  2. :( Bu çaresizlik evet de mahkum edenler daha bir utanmalı...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. mahkum edenler ettiğinin farkında bile olmayabilir :(

      Sil
  3. Bizim insanımız sizin insanınız ayrımı yapanlar var ya kendi insanına da yardım etmiyor ve aynı iğrenen, öfkeli bakışlarla bakıyor. Hani demişsin ya kendi ülkesinde kim bilir ne haldeydi diye... Okuyordu muhtemelen. Sabah uyandığında kahvaltısını hazır buluyor karnını doyuruyor ve annesini öpüp okuluna gidiyordu. Biri bir kötülük yapınca neden faturayı herkese kesiyoruz? Genelliyoruz? Bu sadece bir bahane. Hiçbir zaman hiç kimseye yardım etmemiş ve etmeyecek insanların hem kendilerine hem de bize uydurduğu bir bahane sadece...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ortada hiçbir şeyden habersiz çocuklar varken, böyle bir bahaneyle kendini kandırmak çok acı geliyor bana. :( yardım etsek de etmesek de keşke onlar için anlayışlı olabilsek...
      değerli görüşünüzü paylaştığınız için çok teşekkür ederim.

      Sil
  4. merhaba bloğunuzu blog keşif etkinliğinde gördüm çok beğendim :) bende bekliyorum http://mavimsitatlar.blogspot.com.tr/

    YanıtlaSil
  5. Hoşgeldiniz :) ben de takipteyim :)

    YanıtlaSil
  6. tüylerim diken diken oldu yine.... çok etkilendim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu olay beni de çok etkiledi, konu çocukların gördüğü zulme gelince etkilenmemek elde değil :( yorumunuz için çok teşekkürler nabrut...

      Sil
  7. Bu Arap Baharı denen süreç başlamadan çoook önce şehrimizde pek çok Etiyopyalı, Kenyalı, Mısırlı, Filistinli göçmen zaten vardı. İçlerinde Türkçeyi bilenler de vardı ve bazı ülkeleri hakkında haberleri bizden alıyorlardı.

    Başka şehirleri bilmem, yalandır doğrudur kısmına girmem, yok heryeri dilenciler sarmış, yok bizden daha iyi yaşıyorlarmış, yok hepsi teröristmiş hakediyorlarmış falan... Tek kelime edecek değilim.

    Yanımıza taşınalı 3 yıl olmuş komşumuz daha kaç kişilerdir, çoluğu çocuğu var mıdır hiç bilmiyorum, onların bizden bile haberleri yok. Ama sığınma evinde kalan Suriyeli bir amca yaklaşık 4 senedir ta oradan kalkıp her aşure günü bize gelir aşuresinden verir, o yarı Türkçe biz yarı Arapça dertleşiriz.

    Biz onları seviyoruz arkadaş, onlar da bizi. Şunca senedir tek bir rahatsızlık çıkmadı, biz kendi kendimize esnafla kavga ederken onlar "günah, günah" diye bizi ayırdı, onları "yerimiz kalmadı" deyip sokağın ortasında bıraktıklarında da biz evimize aldık. Hatta tuttum aşık bile oldum benden 20 yaş küçük çocuğa, ki buyrun: http://bireyselkisi.blogspot.com.tr/2010/09/ferhatnm-senin-sirinim-benim.html :))

    İnsanın içinde olacak o hoşgörüdür, kardeşliktir. Sonradan telkinle yada "ayıp olur şimdi"lerle olmuyor. Sizin sol eliniz de hep ağırdı demekki, okşayacak bir baş bekliyordu sadece :)

    Evet, bu konuda çok doluyum farkettiğiniz gibi ):

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Doğrudur, onlar da yaşamımızın bir parçası artık. Öteleyemeyiz, yok sayamayız. Hepimiz insanız sonuçta. Blogunuzdaki yazıyı da okudum, çok hoşuma gitti. Çocuk doğallığı her daim aynı demek ki. Yorumunuz ve kattıklarınız için çok teşekkür ederim. Hoşgeldiniz ayrıca..:)

      Sil